20. Sayı İlkbahar 2010

30,00 

Açıklama

TADIMLIK

YemekveKültür, 5 yıl önce yeme-içme kültürünü teşvik etmek ve bu çalışmalara ev sahipliği yapmak için yola çıktı. Var olmanın en zor olduğu alanların başında gelen, kimi zaman kurtlar sofrasından farksız bir sektör olan medya dünyasında, böylesi bir amaçla yayın yapan bir derginin ikinci sayısını çıkarabilmesi, kimileri için başlı başına hayret verici bir durum oluşturmuştu. Tabiatın kendisini yenilediği bu bahar mevsiminde YemekveKültürde elbisesini yeniledi. 2010 Bahar sayısında Çağla Tuğrul’un tasarımıyla yeni biçimine kavuşan dergimiz, içeriğiyle de bahara yakışır rengârenk bir yayınla sizlerle buluştu. Tasarımın yenilenmesiyle dergimizin sayfa sayısı biraz azalsa da bu okuyucularımızı yanıltmasın: dergimiz içerik olarak aynı, sadece biçimsel değişiklikler bu kısalmayı sağladı ama daha dinamik ve okuma kolaylığı sağlayan bir hal aldı.

Dergimizin birinci sayısında yer alan “Neden Çıkıyoruz” başlıklı manifesto metninin son cümlesi “Ve nihayet YemekveKültür kendini, her şeyi güzelleştiren edebiyat ve sanatla donatmak istiyor…” şeklindeydi. Semih Gümüş, Ayşe Kilimci ve Faruk Duman da, denemeleri ve ilginç konularıyla dergimizin bahar sayısını donattılar. Semih Gümüş “ömrümüzün ne kadarını yemek yiyerek geçiriyoruz?” sorusunun yanıtını ararken, okuyanları metropol mutfakları ile vicdanları arasında çarpıcı bir yolculuğa çıkarıyor. Keşik Baş mitinden hareketle yemek ve adalet konusunu inceleyen Faruk Duman’ın ardından Ayşe Kilimci bizleri hafızalarımızın derinliklerinde kalan pembe anılarla buluşturuyor. YemekveKültür’ün sanatla teması, müzik yazarı Murat Meriç’in “Şarkılı sofralar” başlıklı incelemesiyle müzik alanına da uzanıyor.

Doğa’nın kendisini yenilediği bu bahar mevsiminde yemyeşil bostanlara uzanıyoruz. Çok eski ve kayda değer bir kent geleneği olan bostanlarla ilişkili çalışmaların çok az sayıda olması nedeniyle, dergimiz bu konuya özel bir merakla yaklaştı. Arif Bilgin’in İstanbul bostanlarıyla ilgili olarak yaptığı tarihsel girişten sonra, konunun asıl kaynağı olan bostancılarla bir dizi konuşma gerçekleştirmiş olan sanatçı kolektifi Oda Projesi’nin söyleşilerine yer verdik. Bostanlarla ilgili araştırmalara ve söyleşilere önümüzdeki sayıda da devam edeceğiz. Aylin Öney Tan, “Türk lokumlu empanadas mı, lokumlu borekitas mı?” başlıklı makalesinde, Safarad mutfağı ve Ladino dili özelinde, etnisite, göç ve yemek üçgeninde ilgi çekici bir incelemeyi okurlarımıza sunuyor. Yeni sayımızın ilgi çekici konularından biri de, Antropolog Yüksel Kırımlı’nın, Anadolu köylerinde nazara karşı tuzla yapılan “korunma” yöntemlerini derlediği makalesi. Prof. Dr. Kırımlı’nın çalışması besin maddelerinin inanç içindeki yerini kapsamlı bir saha araştırmasının ışığında gösteriyor. Çiğdem Kara ise Güveççi Özcan’ın bir gününü takip ederek, zahmetli güveç yapımını bol bol fotoğrafla okuyucularımıza aktarıyor.
İçindekiler

Nasıl yemek yiyorsan, öylesin  – Semih Gümüş
İki aperatif  – Faruk Duman
Gezenti mutfaklar – Ayşe Kilimci
Unutulmuş halk yemeklerinden yedi tarif  – Musa Dağdeviren
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde, ekmekler, çörekler ve diğer  unlu mamuller – Marianna Yerasimos
Safarad mutfağı ve Ladino dilinin yolculuğu  – Aylin Öney Tan
Anadolu’da nazar inanışı ve tuzla yapılan pratikler  – Yüksel Kırımlı
Güveççi Ozan; bir yemek, bir meslek ve bir gelenek  – Çiğdem Kara
Meksika’dan Avrupa’ya Chili Biber  – Esther Katz
Osmanlı dönemi İstanbul bostanları  – Arif Bilgin
Kent toprağının asıl sahipleri  – Oda Projesi
Şarkılı sofralar, sofralı şarkılar – Murat Meriç
Gavurdağı geleneksel bir tat mı?  – Musa Dağdeviren
Yani, ne yiyorsak oyuz  – Süleyman Bulut
Julia’nın yemek aşkı, Julie’nın yemek savaşı  – Zeliha Özkan